10 Eylül 2010 Cuma

Abi, bi U2'ya bakıp çıkıcam.

Evet evet gittim. Sıra bekledim, ıslandım, saha içindeki konumum nedeniyle vücut açım 3 saat sürecek bir bel ağrısını getirdi, konseri ablamın arkadaşlarıyla izledim (aku gelemedi!), sıra beklerken acıktım, burada abiler devreye girdi ve küçük kardeşe hemen bir köfte ekmek alındı, tam yerken yağmur başladı, ekmek ıslandı, o arada sahaya girildi, bira içmek istedim, küçük kardeşe bira alındı...Abiler sağolsun, hepsine selam olsun.




Her şey iyiydi hoştu da yıllar sonra karşılaştığım  bu abiler tayfası keşke beni ceyo terliklerle basket oynayan bebe olarak hatırlamasaydı. Neyse. Güldük, eğlendik. Ufacık idüm zaten o vakit. Yazlığımıza 6 tane delüganlı geldi ve beni terliklerimle basket oynamak için ikna ettiler. O zaman basket oynayan, zincir takan asi bir çocuktum. 2 metrelik adamlara kafa tutamayacak kadar asi olamadın ya o zincir neyine senin derler adama , acımayın söyleyin. Beni ortopedik terlik o bişeycik olmaz diye kandırdılar. Sonuç: bileğim burkuldu, şişti falan. Hatırlayınca güldük ama o zaman çok kızmıştım hepsine

Gelelim U2'ya;

Küçük kardeş, 12 yaşındayken rol modeli olan ablasından duyduğu, her şarkısını çirkin İngilizcesiyle ezberlemeye çalıştığı U2 adlı naçizane grubun konserine ancak bir küçük kardeş olarak giderse nostalji tam anlamıyla yaşatılmış olurdu ki öyle oldu. Konserle ilgili detaylar hem güzel hem de talihsiz serüvenler dizisi şeklinde gelişti. İşte dediğim gibi yağmur yağdı, sıra bekledik vs. Saha içine geldiğimizde tüm olumsuzluklar yerini Snow Patrol adlı sevimli gruba bıraktı. Ben "The Last Kiss" filminin soundtrackinden tanışmıştım  kendileriyle zira bir tek Chocolate adlı şarkıyı biliyordum ki 2. tıngırdatma bu şarkı oldu. Şükürler olsun dedim. Söyledim de söyledim.

sahne aşağıya falan indi, çok acayipti
Ah işte sonra çıkıp geldiler. Bono ve şarkılar bir yana dursun sadece sahne şovundaki o teknoloji için bile görülmeye değer bir konserdi. Güzel güzel şarkıları dinlerken Bono'nun Egemen Bağış'a teşekkür gafleti statta yuhalansa da Bono güzel bir manevrayla durumu toparladı. Siyasetçi isimlerini dile getirmeme sözü verdi. İsabet oldu. Senelerdir insan hakları ayağına Türkiye'ye ayak basmayan, parayı görünce hooop çark eden, arayı açmayalım edalarıyla özür dileyen senelerin grubunu dinlemeye, gerçekten iyi müzik dinlemeye geliyoruz.
Zülfü Livaneli şoku yaşadık bir de. Adam çıkageldi. Düet yaptılar Bono'yla. Sonra Zülfü Livaneli başladı "yiğidim aslanım..." Stadyum inledi adeta. Hoş oldu aslında. Şey gibiydi, ülken olmayan herhangi bir yerde ana dilini konuşan biriyle tesadüfen karşılaşmak, sohbet etmek, duygulanmak hatta anlamsız bir coşkuya kapılmak gibi. Hepimiz o coşkuya kapıldık işte. Hatta konserin en sevdiğim kısmı Zülfü Livaneli'nin geldiği andı diyenler bile oldu. Sinema, tiyatro, konser  gibi aktivitelerin çıkışında kalabalıklar içinde insanları dinlemeyi seviyorum.

Bir konser daha arkasında bıraktığı yoğun bir bel ağrısı ve sabah dillerde yer eden nameler ile sona erdi.


Bugün  Paul Greengrass'ın "Bloody Sunday"ini izledim. İnsan hakları yürüyüşünde İngiliz askerleri tarafından  sadece düşündükleri ve haklarını aradıkları için öldürülen İrlandalılar'ın kanlı Pazarı. O tarihi günü anlatıyor işte film...


aha da film
U2 sonrası bu filmin denk gelmesi de kaderin bir cilvesi olsa gerek dostlar.


Konser genel olarak çok güzeldi, İstanbul hala yaşanamayacak kadar keşmekeşti, Hisarüstü evi sakinlerini yidimdi, Asmalı Mescit dostları da pek bir özlenmişti doğrusu. Kısa bir İstanbul gezisi için bu yazdıklarım yazacaklarımın teminatıdır. hohoyt.





Asmalı Mescit, Eylül'10



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder