27 Aralık 2010 Pazartesi

temizlik hastası oluyorum oluyorum, oldum.

Bir insan evladı 1'de yatıp 8.30'da temizlik yapmalıyım, çamaşırlarımı yıkamalıyım, koş kız koş! şeklinde kalkıyorsa sonu kötüdür. Çamaşır suyuna boğdum odayı, kıyafetlerimi de deterjana ve yumuşatıcıya...

Güzel bir gün bugün ama... Müziğin sesini sonuna kadar açmalık, camın kenarından sinsi sinsi gözüne giren güneş ışığına kurban olmalık bir gün...Bugün Tarkan dinlemedim diyim siz de inanmayın e mi? Sabah "Kimdi" yi açıp dansettim yine. Allahım kurtar beni!




25 Aralık 2010 Cumartesi

Buon Natale! Bir de ben keko yuttum

Roma’dan dönüş tam bir felaketti… Roma o kadar başkaydı ki o kadar olur… Dönüşlere bitişlere terk edişlere hafif yüreğim bu bitiş sonrasında filleri tekrar çağırdı. Dönüşümden beri filler oturmakta tam orta yerinde kalbimin. Yaşamak istiyorum orada ya da yaşamak istediğim yeri bulana kadar gezmek istiyorum. Çok özlesem de zaman dursa ya burada.

Burada her gezdiğim şehrin sonunda aynı şeyleri yazdım belki de sanat, tarih, şehrin klasikleri, şaraplar, sohbetler, o şu bu… ama şöyle bir durum var ki Roma kelimelerime sığmıyor. Çok mu abartıyorum acaba derken bilgisayarımdaki ve kafamdaki resimleri tekrar gözden geçiriyorum, yok annem.

tuttuuum!


bir mantar küpemi Roma aldı, feda olsun.


Mishitom!




Hard Rock





my favourite


Spanish Steps


Her şey yaşanması gerektiği gibi yaşandı Roma’da, her yere gidildi, bitti, geldik. Geldiğimden beri sayıklıyorum, kendime gelemedim. Ayku’ya hadi diyorum Roma diyorum… Yeri geliyor ilerde yaşanmışlığın aşkımı öldüreceğinden korkuyorum vazgeçiyorum. 3 günlük Roma aşkımı da alıp gideyim istiyorum.

Sıkıcı Vercelli günleri yaşıyoruz… ama ışıl ışıl Christmas sokakları mutlu ediyor beni. Yürüyüşlerime yeni arkadaşlar yeni sohbetler katıyor, sonrasında yeni kahveler deniyorum… Yeniler tükenmeden de dönüyorum.  Burada her şey yeni kalırken, ben eskiye doğru yola çıkıyorum.

Evet keman kısmı bitti postun gelelim şu ana, bana,

2 saat önce çayımla birlikte bir keko yuttum, Tarkan’dan “Kimdi” şarkısını açıp Tarkan kafa hareketleriyle şarkıya eşlik ettim…
Hoş geldin nostalji kekosu! Hoş geldin Christmas!

Sevgiler,

Buğulu cama tersten Roma yazan yalnız kalp.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Zıbank!


> sokaklar o kadar güzel ki burada… süslemeler, vitrin ışıkları, Piazza Cavour’daki Noel ağacı 1 ay öncesinden yerlerini alırken “nasıl bişi olucak yağğ bunların ışığı yanınca” merakım geçen hafta son buldu. Yaşasın Christmas!

> Şişmanladım! Lazanya, pizza ve makarna artık evime sokmayacağım 3 gıda ürünüdür. Saf 3 beyaza karşı daha sempatik duygular besliyorum şu an. Hele bir döneyim de pizzacıların motor lastiğini patlatıcam olum İzmir'de. Çok öfkeliyim.

> Boogie Nights’ı izlemişmiydiniz? Şu an soundtrackini dinliyorum. Vallahi de kalkıp oynarım.

> Ablam arayıp Londra çok güzel dedi. En kısa zamanda bir Londra gezisi için varım diyor!

> Oda arkadaşımın getirdiği Yiğit Özgür ve Uykusuz kitaplarıyla çocuklar gibi şenim 2 gündür. Kahkahalar buradan geliyor gençler. Room A301!

> Bugün düşündüm de gerçekten güzel kadın yoktur az votka vardır bence. Bu keko söylemi doğrulayacağım hiç aklıma gelmezdi amma Torino’da geçirdiğim International Week Event’i sonrasında böyle yahuşuklu İtalyan gençlerinin yanındaki kızları görünce başka bir şey gelmedi aklıma. Töbe. Neyse.

> Aynı eventte 13 (mübalağa ama 20 üstü değil kesin.) yaşında bir çocuğun yanıma usulca yaklaşıp belimden kavrayarak “do u have a girlfriend?” demesini napıcaz peki? Bu bir fantezi miydi yoksa kötü İtalyan İngilizcesi miydi orasını bilemedim.

> Yayın çıkartıyoruz bir hocamızla, yüksek lisans bitmeden bir yayınım olur belki. Ne hoş olur. Akademisyen mi yoksa metin yazarı mı olacağına henüz karar verememiş bu 25 yaşındaki andaval için belki bir dürtü olur. Bugün kendi bölümümü editledim. Bitirince zaferimi bir Efesle kutladım. Ehi. Evet burada Efes var.

> Haydi öpeyim ben o zaman.

2 Aralık 2010 Perşembe

Neckache from Venice

Venedik haftasonu sonrası böyle boynumdan sırtıma doğru bir ağrı geldi ki gitmek bilmedi. Havanın şekerliğinden faydalandık ve yürümelere doymadık. Tüm şehri yürüyerek gezdik desem hiç abartmış olmam. Gerçekten inanılmaz bir şehir. Hele bir de hava bizim denk geldiğimiz gibi pamuk gibiyse, yağıştan şehri su basmamışsa ya da sıcaktan kanallardan pis kokular ve farecanlar yükselmiyorsa falan... Tam zamanında gitmişiz gerçekten. Böyle denk gelmelere bayılıyorum çünkü hayatın bana pek sunmadığı nadir anlar bunlar(İsyan bayrakları açılsın!) Ben genelde planları yapar, cümle aleme duyururum, sonra mutlaka başına bir şey gelir o şahane planın, tüm hevesim kursağımda kalır. Ya da şöyle olur işte tam da bahsetmek istediğim başına bir şey gelmez, benim başıma bir şey gelir...Bu gezi, ay gitsem mi gitmesem mi, nasıl gidicez, ya soğuk olursa ya yağmur yağarsa ya şehri su basar da boğulup ölürsek gibi uç noktalarda yaşadığım endişe bozukluğu günlerime denk geldi. Son anda amaaaaaaan hadi! diyip kalkıp hazırlandım. Sonra çocuklara dedim bana da bir yatak hostelde pilis. Yollara düştük sabahın 5'inde (ucuz bilet. ehi)

Tren istasyonundan çıkınca süper bir manzara karşılıyor zaten seni. Bayıldım.


İki Fransız bir Çek bir Alman bir de orada buluşulan İspanyolla olan multi national Venedik gezimiz bu noktada başlamış oldu.

Hostele giderken yoldaki tükkanlara uğramayı da ihmal etmedik. Öyle bir yere girdik ki her şey handmade, Çin işi değil eminiz hatta kalıbımızı basarız atölyeyi gördük çünkü. Sonra bunları üreten genç delüganlı bize küçük bir şov yaptı. Kıkırdayarak uzaklaştık oradan. Uzaklaşırken maske küpe ve maske pin de peşime takılmışlar. Oley.





Hostelimize ulaştığımızda adeta şok geçirdik. Kanalın kıyısında hostel demeye temiz bin şahit isteyen bir oteldi orası bence. 5 kızdık hiç görmediğimiz 1 kızla daha koskocaman odada mışıl mışıl mis mis uyuduk. Tek problem kaloriferin çalışmamasıydı. Gece bu yüzden ısınmak için kendimi Aude'a sarılmaya çalışırken buldum, yatağın ortasından döndüm bu gereksiz hamleden.

Akşam Rialto köprüsünün orada bir aperitivocuya gittik. 4 euroya dünyayı yemiş üstüne 2 tane de güzel içki yuvarlamış olabilirim.



Allahım bir şehirde her yer mi güzel olur.

Sokakta yürürken birden küçük bir meydanda kemanını oracıkta açıp çalmaya başlayan insanlarla karşılaşabilirsiniz.



Yemekten sonra içkiler alındı yine güzel mi güzel bir piazza bulundu ve içmelere konuldu. İspanyol çocuk bize iskambil kağıtlarıyla yapılan numaralardan sergiledi. Biliyordum ben hepsini. Peeh.


Neyse sonra diğer kızların uykusu gelince biz de içkilerimize manzaralı hostelimizin önünde devam etmeye karar verdik. Çok güldük çok eğlendik içki şişesinden sevgili yaptık. Venedik sevgilisiz olmazdı zira.

bu benim kaslı Martinim.
Solda  Mr. Morietti (Aude) ve sağda Mr. Grappa (Nikola)






Bugünü bitirdikten sonra sabahın köründe uyandık bizi durmak bilmeyen bir yağmur ve güzel bir hostel?! kahvaltısı bekliyordu. Soluğu müzelerde aldık, yine başladı tabi taban tepikleri.

3 müze ve 1 Duomo'yla bir günü daha noktalarken tek içimde kalan şey şu oldu. Kaçırdık. F!



Gördüğünüz üzere 14 Kasım'da sona ermiş. Biz 5 gün geç kalmışız. Çok üzgünüz.



Sleepy Hollow


Piazza San Marco


Rialto

yağmurlu bir Venedik klasiği-imiş



Venedik klasikleriyle postuma son veriyorum. Koşuyorum oturma iznimi almaya...